AKDENİZDEN DEMİR ALAN BİR DEV :ÇİN

   Dünyanın büyük kısmının duyma şekli olarak bir gazete haberi  olan Çin ile İtalya arasında imzalanmış  ve İtalya’yı Truva Atı’na dönüştüren Trieste limanının işletilmesine dair anlaşmanın bütün Avrupa ‘da ve ABD reaksiyon görmesi ve panikle karşılanması geç kalmış bir hezeyandır. Bu anlaşmaya gelmeden önce Çin’in Kuşak ve Yol projesindeki stratejisine bakılması gerekmektedir.

          2010 yılı itibariyle Çin yakın coğrafyası ile Singapur, Tayland, Kamboçya ile varolan limanların kapasitelerinin genişletilmesi ve yeni liman anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmalarla yeni rotalar devreye sokulmak, liman , kargo , depo transferleri gibi tedarik zinciri halkalarının her birinin güçlenmesi hedeflenmiştir. Çin ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği(ASEAN ) kendi oluşturdukları CAFTA(Çin -ASEAN Serbest Ticaret Alanı ) ile aralarındaki ticaret büyüklüğünü kuruldukları 2010 yılını takiben %55 oranında arttırmışlardır.

       Çin’in lojistik sektöründeki en büyük firmalarından olan Cosco  2016 yılında Yunanistan’ın Pire Limanını satın almıştır. Bu liman Yunanistan’ın en büyük limanı olup Avrupa’nın 7.  Büyük limanıdır. Başlangıçta Yunanistan’ın sosyalist çevrelerinin baskısıyla başlayan limanın satın alınmasına yönelik tepkiler devamında  Çinli Cosco ‘nun limandaki altyapı çalışmalarına ilişkin sözleşmesel taleplerinin halen karşılanamamış , gerekli kararnamelerin Yunanistan merkezi ve yerel yönetimlerince çıkarılmamış olması  sonucunu doğurmuştur. Son gelinen noktada Pire Limanı işletmesi kördüğüm olmuştur. Ama bu durumun Çin’i durduracağı sanılmasın .Şubat 2021 itibarıyla Yunanistan’ın Selanik şehrindeki limana ait hisselerin yüzde 67’sini alan Belterra Investments şirketine alınması Çin’i Pire’den vazgeçmemesine  neden olacaktır. Üstelik  Belterra Investments şirketinin sahibi Putin’e yakınlığıyla tanınan Yunan asıllı Gürcistan doğumlu oligark İvan Savvidisk olması ve bu şahsın  Rus istihbarat servislerinin çalışmalarında sadık bir partner olduğu hususundan Çin’in habersiz olduğunu düşünmek saflık olacaktır.

        Çin , Doğu Akdeniz’de  işletilmesi gerilime sebep olan Hayfa Limanının işletilmesi savaşını da kazanmış ve 2021yılından itibaren ABD ‘nin 6. Filosu’nun da kullandığı Hayfa Limanını işletmeye hak kazanmıştır. Çin’in ABD’nin en önemli müttefiklerinden olan İsrail ile yaptığı bu işbirliği dahi tek başına bir zafer sayılmalıdır. 3  Şubat 2021 tarihli Aydınlık gazetesi haberine göre  İsrail Hükümeti, ABD Sahil Güvenlik güçlerinin Hayfa’daki limanı Çin’in keşif-gözetleme yetenekleri açısından incelemesine izin vermemiştir. Haaretz gazetesinin duyurduğu gelişme, İsrail ile ABD arasında üç yıldır süren Hayfa krizindeki son nokta da açıklığa kavuşmuştur.

‘Shanghai International Port Group’ (SIPG) tarafından 25 yıllığına kiralanan Hayfa Limanı, ABD ile İsrail arasında önemli bir kriz konusuna dönüşmüştür. Çinli şirket Hayfa’ya ticari bir liman inşa etmek için 2015 yılında İsrail Ulaştırma Bakanlığı ile bir anlaşma imzalamıştı. SIPG, limanı genişletmek ve geliştirmek için 2 milyar dolarda fazla taahhütte bulunmuş ve karşılığında 25 yıl boyunca işletme hakkını almıştır. Fakat ABD  Ortadoğudaki eyaleti kabul ettiği İsrail’in bu davranışının ticari ve askeri sırların ifşası anlamına geldiğini iddia ederek bu ticari ilişkiye ısrarla karşı çıkmakta ve gerçekleşmemesi için her türlü çabayı göstermektedir

Geçen yıl kabul edilen ABD’nin Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA)’nda da Hayfa Limanı’na ilişkin şu ifadeler yer almıştır: “ABD’nin Hayfa Limanı’nda gelecekte ileri deniz unsurlarını konuşlandırma konusunda menfaatleri olduğu, ancak bu yasanın onay tarihi itibarıyla Hayfa Limanı’nın kiralanması konusunda ABD Hükümeti’nin ciddi kaygıları olduğu, İsrail Hükümeti’ni ülkedeki yabancı yatırımın güvenlik konusundaki yansımalarına ilişkin uyarması gerektiği, Senato’nun kanaatidir.”

       Çin’in 2010’ lu yıllarda başlayan ve hızla gelişen ülke içinde ve uluslararası arenada lojistik altyapı yatırımlarına ilişkin çalışmalarının  Avrupa kapılarına dayanması  ve daha şimdiden Doğu Akdeniz’i hakimiyet altına almasının nedenlerini irdelemek için tedarik zincirinin kapitalist düzen içindeki yerini değerlendirmek gerekmektedir.

         Tedarik zinciri  hammaddenin son kullanıcıya kadar gerçekleşen , üretim , paketleme , elleçleme ,depolama, nakliye, pazarlama, satış , dağıtım , satış sonrası servis ve tersine lojistiği de içeren bir yolculuktur. Bu yolculuğun başarıyla sonlanması ve düşük maliyetle en yüksek karı bırakması zincirdeki en zayıf halkanın gücüne bağlıdır. Üretici firmalar tedarik zincirini tamamlamada  başta maliyetleri düşürmek ve uzmanlaştığı alanda müşteri memnuniyetini arttırmak gibi çeşitli nedenlerle 3. Parti Lojistiği yani dış kaynak kullanımını tercih etmektedir. Çin WTO örgütüne katıldıktan sonra hızla aratan büyümesine karşılık lojistikte altyapı yetersizliğini yabancı yatırımcılarının büyük oranda artan ilgisi ile kapatmaya çalışmış ve  gelinen noktada görülen odur ki başarılı olmuştur. Var olan küçük yerli lojistik şirketleri yabancı yatırımcılar tarafından çeşitli yöntemlerle satın alınmakta Çin menşeili lojistik şirketler dünya limanlarında varlığını ortaya koymaktadır. Çinli üreticiler bu şirketlerle tedarik zincirlerini muhafaza etmeye çalışmaktadırlar.Ancak hala devam eden 2008 krizi ile birlikte tüm Dünya’da büyüme göstergeleri eksiye dönmeye başlarken Çin’de de büyüme yavaşlamıştır. Büyümenin yavaşlaması işgücü maliyetlerini arttırmıştır. Bunun yanında Çin gibi devasa bir coğrafyada üretim alanlarının şehir dışına çıkarılarak kırsaldaki daha ucuz işgücünden faydalanma çabası da artı yüksek lojistik maliyet doğurmaya başlamıştır. Üreticiler lojistiğin verimliliğinin artışını sağlayarak karlarını koruyabileceklerini farkettikce lojistik yatırım çalışmaları hız kazanmıştır. Üretim ile son kullanıcı arasındaki dengede kaliteyi düşürmeyerek maliyeti minimize etmenin yolunun doğru lojistik kanallarını kullanma gerçeği artık Çin’in dünya ekonomisi üzerindeki gücü içinde vazgeçilmezdir ve Çin Komünist Hükümeti bu bilinçle idari ve yasal mevzuat çalışmaları ile lojistik yatırımları hızla desteklemektedir.

         Çin doğru ürünü , doğru işçilikle doğru zamanda üretse de lojistik gücü ele geçirmediği sürece ürünün alıcısı olan Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ‘ya doğru fiyatla ve doğru teslim süresinde ulaştıramayacağını farkettiğine göre ekonomik politikalarını buna göre dizayn etmesi kaçınılmaz olacaktır. Pandemi süresinde yaşanan Avrupa’nın teslim süreleri , sınırlardan geçiş sorunları , ulaşım kısıtları nedeni ile Uzakdoğu pazarından yüz çevirip daha yakın piyasalara dönmesi bile Çin’in neden telaşlı ama planlı lojistik ticari savaşının nedenini ortaya koymaktadır.

        Çin önce Avrupa’da yaşadığı ekonomik kriz sonunda yalnız bırakıldığını düşünen Avrupa’nın yaramaz çocuğunu ikna etmiştir. Gerçekten de Almanya dışında ekonomik krizi ile başbaşa bırakılan Yunanistan’ın Çin gibi güçlü bir partner ile çalışması bir çıkış yolu olabilecektir. Almanya’nın  dahi Yunanistan için hibe ve teşvik çabalarının altında yatan gerçek Yunanistan’ın Almanya’ya olan borçlarının ödenmesini sağlamak  iken Yunanistan’ın fırsata hayır demesi de beklenemeyecektir. İtalya ile yapılan anlaşma da Pekin’den Londra’ya  bağlanacağı, ucuz ürünün tek sorunu olan ‘mesafe’ yi çözeceğini de kabul edersek Çin can çekişen dünya ekonomisine su vermeyi başaracak gibi görünmektedir. İtalya , Çin ile limanları konusunda anlaşma yapmasa da Çin zaten başlıca ticaret ortaklarından biri olup limanlar konusunda anlaşma yaparak kazan-kazan konumuna kavuşmak istemektedir. Ayrıca Çin’den kredi alan İtalya kırılgan ekonomisini de IMF ve DB bağlamamak istemektedir. Çin verdiği yüksek orandaki kredinin dahi ödenmesini sağlamak için Avrupa’nın göbeğindeki İtalya’nın elinden tutacaktır.

        2008 krizi ile patlayan  batı ekonomisi dibe doğru çökerken gelen covid19 salgını ile durağanlaşmış ancak son kapitalizm krizi pandemi sonunda büyük bir yoksulluğa dönüşme tehlikesinde iken  1990 sonrası hızla büyüyen ve tutulamayan , Dünya’nın ekonomik kutuplarının yerini değiştiren Çin  belki de kapitalizmin kurtarıcısı olacaktır. Kimbilir ,1917 Rus Devrimi’ni takip eden yıllarda SSCB ‘nin karşısında kendini reformdan geçirme dürtüsü kazanan Batı kapitalizmi , 1945-1973 arası yıllarda sermaye dışı sınıflar için de mücadele edilmesi gerektiğini hatırlar?